2.BÖLÜM
İkincisi: Sanal medrese talebelerinin çokça soru sorduklarını görürsün. Onlar, konu hakkındaki naslar açık olmasına rağmen, bunlar üzerinden farklı sorular üretir ve olmadık yere hem kendi hem de muhataplarının sorumluluklarını arttırırlar. Buna Kur’an-ı Kerim’den örnek verecek olursak Musa Aleyhisselam’ın kısasını aktarabiliriz:
وَاذِْ قاَلَ مُوسّٰى لقَِوْمِهَٓ انَِّّ اللهّّٰ يأَْمُركُمُْ انَْ تذَْبَحوُا بقََرةًََۜ
“Musa kavmine: “Allah bir sığır kesmenizi emrediyor” demişti.”(Bakara Suresi: 67)
O gün Musa Aleyhisselam’ın kavmi, Peygamberleri aracılığı ile Allah subhanehu ve teala’nın bir emri ile muhatap olmuşlardı. Emir gayet açıktı. Yapılması gereken bir sığır alıp kesmekti.
قاَلوُا ادْعُ لنَاَ رَبَّكَّ يبُيَنِّْ لنَاَ مَا هِيََۜ قاَلَ انَِّهّ يقَُولُ انَِّّهاَ بقََرةٌَ لَا فاَرِضٌ وَلَا بكِْرَۜ عَواَنٌ بيَنَْ
ذّٰلكََِۜ فاَفْع لوُا مَا تؤُْمَرُونَ
“Dediler ki: Bizim için Rabbine dua et de, onun nasıl bir sığır olduğunu bize açıklasın. Musa şöyle dedi: Rabbim diyor ki: O, ne yaşlı, ne körpe, ikisi arası bir sığırdır. Haydi, emrolunduğunuz işi yapın.”(Bakara Suresi: 68)
Fakat onlar gayet açık olan emri uygulamak yerine soru sormayı tercih ederek sorumluluklarını iki katına çıkarttılar. İlk emirde bir sığır alıp kesmeleri yeterli iken, soruları neticesinde artık herhangi bir sığır kesemiyorlardı. Kesmeleri gereken sığır ne yaşlı ne de körpe ikisi arasında olacaktı.
قاَلوُا ادْعُ لنَاَ رَبَّكَّ يبُيَنِّْ لنَاَ مَا لوَْنُهاَ قاَلَ انَِّهّ يقَُولُ انَِّّهاَ بقََرةٌَ صَفْرَٓاَءًۙ فاَقعٌِ لوَْن هاَ تسَرُُّّ
النَّاّظِرينَ
“Onlar: Bizim için Rabbine dua et de, rengi neymiş açıklasın dediler. Musa ise: Rabbim diyor ki, o, sapsarı; rengi, bakanların içini açan bir sığırdır, dedi.”(Bakara Suresi: 69)
Soru çoğaldıkça sorumlulukları daha da artmıştı. Artık sığırın orta yaşta olması yeterli değil, renk olarak da istenileni bulup kesmeleri gerekiyordu.
Bu olay bize açıkça gösteriyor ki insana düşen, Rabbinin açık olan bir emrini uygulamak ve hakkında farklı sorular sormamaktır. Kişinin, kendisini ilgilendiren emirle amel etmek yerine, hakkında farklı sorular sorarak sorumlu olmadığı teferruatlara girmesi, onun sorumluluğunu arttıracaktır. Öyle ki, bunun neticesinde işleri o kadar zorlaşır ki Rabbinin emrini yerine getirmeyecek duruma gelecektir.
فذََبَحوُهاَ وَمَا كَادُوا يفَْعَلوُ ن
“…Nihayet o sığırı kestiler. Neredeyse bunu yapmayacaklardı!”(Bakara Suresi: 71)
Ebû Hureyre radiyallahu anhu şöyle demiştir: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu işittim:
“Size neyi yasakladıysam ondan uzak durun ve size neyi emrettiysem ondan da gücünüz yettiği kadarını yapın. Hiç şüphe yok ki, sizden öncekiler çok soru sormaları ve Peygamberlerine muhalefet etmeleri sebebiyle helâk olmuşlardır.”
İbn Abbas radiyallahu anhu’dan, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğu nakledilir:
“Ey ashabım! Allah sizlere haccı farz kıldı.” diye, insanlara müezzinlerle duyuru yaptırdı. Bir adam kalktı ve: “Her sene mi?” diye sordu. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem çok fazla öfkelendi ve şöyle buyurdu:
“Nefsimi elinde tutana yemin ederim ki şayet evet deseydim, o şekilde size farz olurdu. Farz olunca da onu yerine getirmeye güç yetiremezdiniz ve o zaman küfre düşerdiniz. Sizi serbest bıraktığım sürece, siz de beni rahat bırakın. Size bir şeyi emrettiğimde onu yapın, size bir şeyi yasakladığım zaman onu bırakın.”
Adamın birisi İbn Ömer radiyallahu anhu’ya, Hacer’ul Esved’i istilâm etmenin hükmünü sordu. İbn Ömer ona: “Ben Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in Hacer’ul Esved’i istilâm ettiğini ve onu öptüğünü gördüm” dedi. Adam: “Bunu yapmaya imkânım olmazsa ne dersin?…” şeklinde sorular sordu. Bunun üzerine İbn Ömer radiyallahu anhu: “Şöyle olursa ne dersin, böyle olursa ne dersin gibi sözleri bırak, Yemen’de kalsın! Ben sana, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in onu istilâm ettiğini ve öptüğünü gördüğümü söylüyorum!” dedi.
İbn Vehb, İmam Mâlik’ten şöyle nakleder:
“Bu şehirde (Medine’de) öyle kimselere yetiştim ki, onlar, bugün pek çoğunun yaptığı şu çok soru sorma işini çirkin görüyorlardı.”
Yine İbn Vehb şöyle demiştir:
“İmam Mâlik’in, çok soruya cevap vermeyi kerih gördüğünü işittim. Kendisine sorulan soruların çoğuna ise: “Allah subhanehu ve teala: “Sana ruh hakkında sorarlar. De ki, ruh Rabbimin emrindedir” diye buyuruyor” diye karşılık verir ve soruyu cevapsız bırakırdı.”
Ebû Şureyh bir gün meclisinde bulunuyordu. O gün sorulan soruların sayısı oldukça arttı. Bunun üzerine şöyle dedi:
“Bugünden itibaren kalpleriniz kir tutmaya başladı. Ebû Humeyd Halid bin Humeyd’in yanına gidin, kalplerinizi cilalayın, dinin emirlerine karşı rağbetinizi arttıracak hususları öğrenin. Çünkü böyle yapmak ibâdete karşı şevki arttırır, kişinin zühd sahibi olmasını sağlar ve kişiyi sadakate doğru çeker. Soru sormayı azaltın, sadece hakkında hüküm inen soruları sorun. Hakkında hüküm indirilmeyen konuları sormak kalpleri katılaştırır, bu da aranızda düşmanlığın doğmasına sebep olur.”(İbn Receb el-Hanbeli, Câmiu’l Ulûm ve’l Hikem, 1/286, 289, 296, 301, 302. (Semerkand yay.))
Üçüncüsü: Sanal medrese talebesi olan insanların, din adına yazılmış ve kimden geldiğini bilmediği her yazıyı benimsediklerini, kendi akidelerinde olmayan kişilerin fetvalarını çokça dinlediklerini görmekteyiz.
Özellikle sosyal medyada öyle insanlar var ki, bunlar savundukları herhangi bir mesele hakkında ortaya bir nakil koyabilme adına, ya âlimlerin sözlerini kendi mihverinden saptırarak kendilerine delil getiriyor, ya da o âlimin sözünden işine gelen yeri çıkarıp bu şekilde nakil yapıyor. Âlim sözü diyerek paylaştıkları metnin, gerçekten o âlime ait olup olmadığını araştırmadan kopyalayıp yapıştırıyorlar. Din ile alakalı sosyal medyada bu tarzda oldukça fazla yazı ve nakil bulunmaktadır. Hali ile birçok insan, bu yazı ve nakillerin kimden ve nasıl geldiğini bilmeden, kendi kaynaklarından herhangi bir araştırma yapmadan kabul etmekte ve bunun neticesinde de her gün farklı bir mesele ile insanların karşısına çıkmaktadırlar. İnsanlar internet ve sosyal medyada çokça vakit geçirmeleri neticesinde, bu yazı ve nakillerin etkisinde kalıyor ve sağlıklı, emin ve arı duru bir din yaşamanın lezzetine varamıyorlar. Yapılması gereken, kişinin tanımadığı insanların yaydığı bu tarz nakil ve yazılara fazla itimat etmemesi ve amel etmesi gereken herhangi bir durum ile karşılaştığında, meseleyi kendi kaynaklarından doğru bir şekilde araştırma yaparak tahlil etmesidir.
Bununla birlikte insanlar, kendi akidesinden olmayan kişilerin sohbetlerini takip ediyor, herhangi bir meselenin hükmünü onların yanında araştırıyorlar. Oysaki bu, kişinin akidesindeki samimiyetsizliğini göstermektedir. Müslüman olmayan kişilerin sohbetlerinin takip edilmesi, İslâmî herhangi bir mesele hakkındaki soruların onlara yöneltilmesi, yarın onların akidesini kabul etmelerine sebebiyet verecektir. Nitekim selef ve halef –Allah onlardan razı olsun- sırf dinlerinden şüpheye düşmemek, akıllarını bulandırmamak ve emin bir din yaşayabilmek için bırakın Müslüman olmayanları, Müslüman fakat bid’at ehlinden olan insanlardan dâhi uzak durmuş, onların selamlarını dâhi almamış ve din adına yaptıkları konuşmalarından olabildiğince uzak durmaya çalışmışlardır.
Eyyub’dan rivayete göre, kendisi şöyle demiştir: Ebû Kılabe dedi ki: “Hevâ ve hevesleri peşinde gidenlerle ne birlikte oturun, ne de onlarla mücadele edin. Çünkü ben onların, sizi kendi sapıklıklarına bulaştırmalarından ve sizin bilgilerinizi karıştırmalarından korkuyorum.”
Eyyub’dan rivayetle, şöyle demiştir: Said bin Cübeyr benim, Talk bin Habib’in yanında oturduğumu gördü ve bunun üzerine bana şöyle dedi: “Senin Talk bin Habib’in yanında oturduğunu görmediğimi mi sanıyorsun? Onunla asla oturma!”
Esma bin Ubeyd’den rivayet edildiğine göre şöyle demiştir:
Arzularına uyan bid’atçılardan iki kişi İbn Sirin’in yanına geldi ve: “Ey Ebû Bekir! Sana bir hadis rivayet edelim mi?” dediler. “Hayır” dedi. “O halde sana Allah’ın kitabından bir âyet okuyalım mı?” dediler. Yine: “Hayır” dedi ve şöyle devam etti: “Ya siz yanımdan gideceksiniz veya ben kalkıp gideceğim.” Râvi dedi ki: Bunun üzerine onlar çıkıp gittiler. Daha sonra orada bulunanlardan birisi: “Ey Ebû Bekir! Allah’ın kitabından bir âyet okumalarının sana ne zararı olurdu?” diye sordu. O da şöyle cevap verdi: “Bana bir âyet okuyup da, onu esas manasının dışına çıkarmalarından ve bunun da kalbime tesir edeceğinden korktum.”
Selam bin Ebî Muti’den rivayet edildiğine göre bir adam Eyyub’a şöyle demiş: “Ey Ebû Bekir! Sana bir kelime soracağım.” O da parmağıyla işaret ederek: “Yarım kelime bile olsa olmaz” demiş ve yüzünü dönmüş. Râvi dedi ki: Said bize serçe parmağıyla yaptığı gibi işaret etti.
Külsûm bin Cebr’den rivayet edildiğine göre bir adam Said bin Cübeyr’e bir şey sordu. O da cevap vermedi. Bunun üzerine ona: “Neden cevap vermedin?” denildi. O da Farsça bir ifade ile: “Bid’atçılardandır” dedi.
Hasan ve İbn Sirin’den rivayet edildiğine göre şöyle demişlerdir:“Bid’atçılarla oturmayınız! Onlarla münakaşa da etmeyiniz ve onlardan bir şey de dinlemeyiniz.”(Sünen-i Dârimî, No: 397, 398, 403, 405, 407. (Konya kitap.))
Din Hakkında Cedelleşmek
Sanal medresenin insana verdiği en kötü ahlaklardan birisi de insanların din hakkında münakaşa etmeleridir. Herkes kendi görüşünün/düşüncesinin doğru olduğunu muhatabına kabul ettirmek adına, Allah subhanehu ve teala’nın dini hakkında tabiri yerindeyse “sokak ağzıyla” tartışmakta. Bu gayri ahlaki amel insanların kalplerinde öylesine yer etmiş ki, din hakkında normal bir şekilde konuşamaz hâle gelmişlerdir. Sordukları her soruyu tartışmak için soruyor ve verdikleri her cevabı muhalefet etmek için veriyorlar. Bu bozuk kişilik, Kur’an-ı Kerim’de bizlere anlatılan müşriklerin özelliklerine ne kadarda benziyor!
قلُْ اتََُٓحاَجُّّوننَاَ فيِ اللهِّّٰ وَهوُ رَبُّّناَ وَرَبُّكُّمَْۚ وَل نَٓاَ اعَْماَلنُاَ وَل كُمْ اعَْماَل كُمَْۚ وَنَحْنُ لهَ مُخْلصُِونًَۙ
“De ki: Allah bizim de Rabbimiz, sizin de Rabbiniz olduğu halde, O’nun hakkında bizimle tartışmaya mı girişiyorsunuz? Bizim yaptıklarımız bize, sizin yaptıklarınız da size aittir. Biz O’na gönülden bağlananlarız.”(Bakara Suresi: 139)
الَمَْ ترََ الِىَ الَّذّ۪ي حََٓاجَّّ ابِْرّٰهيم في رَبهَِّٓ انَْ اّٰتّٰيه اللهّّٰ الْملُْ ك
“Allah kendisine mülk verdi diye İbrahim ile Rabbi hakkında tartışanı görmedin mi?”(Bakara Suresi: 258)
وَقاَلَٓوُا ءاَّٰلهِتَنُاَ خَيْرٌ امَْ هوَُۜ مَا ضرََبوُهُ لكََ الَِّّا جَدَلاَۜ بلَْ همُْ قوَْمٌ خَصِمُون
“Bizim ilâhlarımız mı hayırlı, yoksa o mu? dediler. Bunu sana ancak cedel için söylediler. Doğrusu onlar kavgacı bir toplumdur.”(Zuhruf Suresi: 58)
وَانِْ يرَوَْا كُلَّّ اّٰيةٍَ لَا يؤُْمِنوُا بِهاَ حَتَّّٰٓى اذَِا جََٓاؤُُ۫كَ يُجاَدِلوُنكََ يقَُولُ الَّذّينَ كَفَرَٓوُا انِْ هّٰذَٓ ا آَلَِّّا
اسََاطيرُ الْاوََّّلين
“Onlar her türlü mucizeyi görseler bile yine de ona inanmazlar. Hatta o kâfirler sana geldiklerinde: “Bu Kur’an eskilerin masallarından başka bir şey değildir” diyerek seninle tartışırlar.”(En’am Suresi: 25)
Müşriklerin hakkı kabullenmemelerinin bir sebebi de münakaşa ve cedel ehli olmalarıydı. Kalplerinin kararmasına ve bu şekilde hakka karşı büyüklük taslayarak mücadele etmelerine neden olan bir hasletleri de bu idi. Onlar, Müslümanlara sordukları her soruyu tartışmak ve kendi batıl görüşleri ile ezmek için sorarlardı. Daha muhataplarını dinlerken, onlara verecekleri cevaplarını ağızlarında hazır tutarlardı. Çünkü onların niyeti hakka iman etmek değildi.
Din hakkında cedelleşmek, münakaşa etmek, bir Müslümanın kalbinde iman ile asla yan yana gelemez. Bakın bu yüzden Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem, Müslümanları hangi ifade ile uyarmakta:
Ebû Hureyre radiyallahu anhu, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
“Kur’an hakkında cedelleşmek küfürdür.”(İmam Ahmed, Müsned: No: 24020. (Ocak yay.))
Çünkü küfrün kapısını açan amellerden birisi de budur. Cedelci kişi, dinlediği zaman Allah için dinlemez, konuştuğu zaman da Allah için konuşmaz. Bu kişinin amacı Allah subhanehu ve teala’nın rızası değildir. Bu aynı, kendisine Allah subhanehu ve teala’nın âyetleri okunduğunda buna karşı büyüklük taslayan müşriklerin durumu gibidir:
وَاذِ ا قيلَ لهَ اتَّقِّ اللهّّٰ اخََذَتهْ العْزَِّةُّ بِالْاِثْ م
“Ona “Allah’tan kork” denildiği zaman, gururu onu daha da günaha sürükler.(Bakara Suresi: 206)
Konumuz ile ilgili bazı naslar şu şekildedir.
Amr bin Şuayb babasından, o da dedesinden naklediyor: Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem birbirleriyle münakaşa eden bir topluluk gördü ve onlara şöyle buyurdu:
“Sizden öncekiler işte bu yüzden helak oldular. Allah’ın kitabındaki âyetleri birbiriyle çarpıştırdılar. Oysa Allah’ın kitabındakiler birbirlerini tasdik ederler. Bir kısmını diğer bir kısmına dayanarak yalanlamayın. Ondan öğrenebildiklerinizi anlatın. Bilmediklerinizi de, onları bilenlere havale edin.”(el-Hatîbu’t Tebrîzî, Mişkâtu’l Masâbîh, 1/146. (Ocak yay.) Ahmed: 6702, İbn Mâce: 85. Hasen Hadis.)
Abdullah bin Amr radiyallahu anhu şöyle demiştir:
Bir gün erkenden Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’in yanına gitmiştim. Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem, bir âyet hakkında ihtilafa düşen iki adamın sesini işitince, yüzünden öfkesi anlaşılır bir şekilde yanımıza geldi ve: “Sizden öncekiler ancak kitap hakkındaki ihtilafları sebebi ile helak oldular.” diye buyurdu.
Cündeb bin Abdullah radiyallahu anhu’dan şöyle rivayet edilmiştir, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Kur’an’ı, kalpleriniz onun üzerinde birleştiği sürece okuyun. Hakkında ihtilafa düştünüz mü, hemen kalkın.”(İmam Müslim, el-Minhac: 11/54. (Polen yay.))
İmran bin Husayn radiyallahu anhu’nun bildirdiğine göre Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuştur:
“Sizin için en çok korktuğum şey, lisanı bilgi dolu/dilbaz münafığın tartışmasıdır.”(Sahih-i İbn Hibban: 1/95. İsnadı sahihtir. (Ocak yay.))
Aişe radiyallahu anha annemiz, Allah Rasûlü sallallahu aleyhi ve sellem’in şöyle buyurduğunu nakletmiştir:
“Allah’ın hiç sevmediği kişi, aşırı tartışmacı olan kişidir.”(İbn Hacer el-Askalânî, Sahih-i Buhârî Şerhi Fethu’l Bârî, 8/573. (Polen yay.))
Heysem bin Cemil şöyle anlatır:
İmam Mâlik’e: “Ey Ebû Abdullah! Sünneti iyi bilen bir kimse bu konuda tartışmaya girmeli mi?” diye sordum. Şöyle cevap verdi: “Hayır, tartışmaya girmemeli. Sadece sünnetin ne olduğunu ortaya koymalı. Bu kabul görürse ne ala, aksi takdirde sükût etmelidir.”
İshak bin İsa şöyle demiştir:
“İmam Mâlik, ilim üzerinde tartışma ve mücadele etmenin, kişinin kalbindeki nurun kaybolmasına sebep olduğunu söylerdi.”
İbn Vehb şöyle demiştir:
“İmam Mâlik, ilim üzerinde tartışma yapmanın, kalpleri katılaştırdığını ve insanlar arasında kin ve nefrete neden olduğunu söylerdi.”(İbn Receb el-Hanbeli, Câmiu’l Ulûm ve’l Hikem, 1/301. (Semerkand yay.))
Bir sonraki bölüme erişmek için buraya tıklayınız.